Size bu gün, Babamı anlatacağım.
Biliyorum bir çok kişi sadece görecek ve okumayacak bile.
O yüzden, ne var ne yoksa yazacağım şu sanal âleme.
Nasıl anlatmalı ne söylemeli, nerden başlamalı bilmiyorum.
Bildiğim şu ki, o' hayatım da Hayran olduğum, Gıcık olduğum, Sevindiğim, Nefret ettiğim. Heyecanlandığım, Yorulduğum, Ümitlendiğim her şeydi.
Evet, normalde gidenin arkasından övgüler yağdırılır değil mi ? (Ama ben normal değilim zaten.)
Ne öveceğim canım, bildiğiniz huysuz adamın tekiydi.
Aceleci, Heyecanlı, Hoyrat, Dediğim dedik, Sıkılgan son zamanlar da çokça Yılgındı.
Bunların hepsi hatta daha fazlasıydı.
Tıpkı bir çoğunun Babası gibi.
Belki bir Süperman yada He-men değildi. ama Çok Merhametli, Çok Şefkatli, Sözünün eri, Hafif Korkak bi o kadar Cesur, Çok iyi bir Hatip, Çok Komik, ama en çok Babaydı.
Nasıl bir insandı biliyormusunuz.
‘’Bir gün Eve geldiğimde onu meşhur bahçesinde o dillere destan ağaçlarını seyreder buldum. Ne yapıyorsun dediğimde, bana ağaçlardan birini gösterip yuva yapılan bir dalı göstererek dedi ki : Çok şükür bir gün gelecek İbrahim’inde dalına kuş konmuş diyecekler dedi. muzip ama gözleri puslu bir şekilde’’.
Onun gibi yeşile aşık, yanlışlıkla vurduğu kuş için yıllarca ^bunun hesabını nasıl vereceğim^ diyen biri için bu örnek çok kısa aslında, ama yazmazsam eksik kalırdı emin olun.
Bizi severmiydi? emin değilim.
Emin olduğum tek şey, Ne kadar sevildiyse o kadar sevdi. Dedesinden ne gördüyse, Babasından ne alabildiyse, o kadar Baba oldu. Belki de tek ve en büyük hatası bunların üstüne geçememesiydi. Ama dediğim gibi, tek hata!
Ama geceli gündüzlü çalıştıysa elbet bizim içindi.
Ömrünü, rahat yatağından sıcak evinden mahrum edecek kadar feda etti. Ve bunun fevkalade bir şey olduğun düşünmedi hiçbir zaman. Son yıllarda yaşadığı sağlık sorunları da bu feda edişin eseriydi belki de.
Acı evrilip yerini acabalara bıraktığı zaman, insan sorguluyor istemsizce. Sahi BABA Neydi seni böyle yoran? neydi suskunluğun asıl sebebi? neydi seni küstüren? gözlerinin durup durup dalması ne içindi ? içinde ki gizli kalan acılar çocuk yüreğini kendini durduracak kadar, çok mu yordu?
Ellerinden alınan hayallerini bize yükledin de biz mi beceremedik?
Ve Baba ! Sevinçlerin kadar, niye insansı hüzünlerini niye bizimle paylaşmadın ?
Şu geçen bir yılda, bunların daha fazlası gelip geçti hafızamdan. Dört büyüğümün hangisini sorsanız eminim onlarda bunların aynılarını ya da değişik versiyonlu hallerini size söyler. Ama bende yeri öyle derin ki, öyle büyük bir parça ki yüreğimden kopan, milyon tane dikiş atılsa sanırım tutmaz bu yarayı.
Matem denen şeyin, koskoca bir özlem olduğunu tecrübe ettiğim bir yılda. Gece yastığa başınızı koyduğunuz anda, Sabah uyandığınızda yüzünüze çarpan, günün her hangi bir vakti nedensizce sessiz, bazen böğürten bir sızı olduğunu öğrendim, özlemenin.
Evet, onu özlüyorum. En çok sevdiği yemeği tabağa boşaltırken onun oturduğu yere bırakıp seslenince cevap alamayınca, Sevdiği bir şeyi görünce, almak için hamle yaparken, artık sevmez olduğunu anlayınca bazen, Küsüştüğümüz de mutfakta yanıma sokulup saçma sapan sorularını, Barışmak için aldığı Bağdat hurmalarını kucağıma bırakışlarını,Çay saatlerinde bazen dedikodu bazen ciddi konuşmalarımızı, işten döndüğünde kapıyı açıp karşılamazsam ^İnsan hiç BABASINI karşılamaz mı^ deyişlerini
Bir kentten başka bir yere gidince ‘vardım’ demek için telefonumu elime aldığım da mesela, Eve dönüşlerde her seferinde, ölüm sessizliği beni karşılayan salon da küfür gibi bomboş koltuğunu görünce… Özlüyorum.
Özleyince, kalbimde bir yerde bir yerler, tarif olmayan bir şekilde kanıyor. Bu tanım benim içinde yıllarca edebi sözdü, ta ki bu yıla kadar. Hatta kırk mum efsanesi de doğruymuş, ama onun izi de his’i de o’ otuz dokuza bedelmiş…
30.12.2019
Yorumlar
Yorum Gönder