Ana içeriğe atla

Uzaktan sevmek


“Seni uzaktan seviyorum….” diye düşündü erkek içinden. “Yaklaşmadan, anlatmadan, anlaşılmadan…. Ben seni beklentisiz seviyorum. Hiçbir şey ummadan, talepte bulunmadan, hayal bile kurmadan. Kendi içimde taşıdığım sessiz sedasız bir sır bu. Ben belki de senden çok bu sırrı seviyorum.”
Sırrın senden bile güzel çünkü, senden bile özel. Sırrın bir billur kadeh, kırılmasın diye yüreğimde taşıyorum. Sırrın nazenin bir mum alevi, sırf yanmaya devam etsin diye karanlığı gündüze yeğliyorum. Kimse bilmiyor, bilmesi de gerekmiyor. Hem kim ne anlar? Ateş bu, hep düştüğü yeri yakar. Bense ne bir şeyleri değiştirmek peşindeyim, ne bir yere varmak. Ne sahip olmak derdindeyim, ne kendimi kanıtlamak. Her şey olduğu gibi kalsın istiyorum. Ben hep bir sıfır mağlup olayım; sen hep uzak bir hayalden ibaret. Sen olduğun gibi kal. Ulaşılmaz. Dokunulmaz. Koklanılmaz. Ben olduğum gibi. Dünya olduğu gibi. Merkez Efendi´nin dediği gibi, “her şey zaten dengede ve ahenkte, canım efendim. Her şey zaten merkezinde.”
Ben senin ismini tarçın kokulu akide şekeri gibi tutuyorum ağzımda, damağımda, ruhumda. Kaygılarını biliyorum, yalnızlıklarını, kırgınlıklarını ve hırslarını da. Kalbinin ritmini duyuyorum; yanında olmasam, elini tutmasam da. Ruhunun en çirkef, suretinin en çirkin, zihninin en çiğ hallerini biliyorum; hiçbirini gözlerimle görmemiş olsam da. Ne bir mükafat verdin bana ne bir ceza. Ama cennetini de biliyorum, cehennemini de.
Seni olduğun gibi sevdim, tüm günahların ve arızalarınla. Uzaktan sevmenin en güzel yanı bu zaten. Kimseyi değiştirmeye kalkmıyorsun. Her şeyi olduğu gibi kabulleniyorsun. Aynı gök kubbenin altında yaşadığımızı bilmek yetiyor bana. Başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz sema aynı, yıldızlar aynı, dolunay aynı. Bunu bilmek yetiyor bana. Umurumda değil ki nerede uyuyorsun, kimin yanında.
Bacağında şarapnel parçasıyla yaşayan bir asker gibiyim. Etimde yabancı bir madde, kemiğimde bir metal parçası gibi duruyor aşkın bende. Başkası duysa korkar, “aman” der. “Nasıl olur? Böyle de yaşanır mı?”Hâlbuki ben alıştım. Rahatsız etmiyor beni, onu anladım. Şarapnel ve ben, gül gibi geçiniyoruz, yan yana ama karışmadan birbirimize.
“Seni uzaktan seviyorum….” diye geçirdi kadın içinden ve başını çevirdi. Bakmadı bile ondan yana. Bakması gerekmedi.
Ne güzel uzaktan sevmenin rahatlığı, hafifliği, beklentisizliği. Herkesin habire birbirinin hayatı hakkında konuştuğu bu dünyada “biz” diye bir şey olmayınca, hakkımızda konuşacak bir şey de bulamıyorlar ya, ne güzel. Özgürlük işte!
Sen özgürsün. Dilediğin zaman gidersin aklının estiği yöne. Tutsaksın bir o kadar. Mecbursun kendi sorumluluklarına, alışkanlıklarına, hayatına. Yapışmışsın kabuğuna. Hayalimdeki sen gerçek senden daha özgür aslında. Görsen, hayalimdeki seni kıskanırsın.
Seni sevdiğimi söylememekte ki ısrarım bu yüzden. Her şey böyle daha duru, daha güzel. Söylesem büyü bozulur. Zaman ağırlaşır, zaman hantallaşır. Doğallık kaybolur, konuşmalar yapaylaşır. Söylesem dünya durur, bir daha hiçbir şey aynı olmaz. Sen değişirsin. Bir başka hal gelir üzerine. Bir beklenti, bir istek, bir kıvanç, gizliden gizliye bir kibir siner bakışlarına. “Aşıklar kibirli olur” demiş şair. Sevdiklerini fethedilmiş bir kale gibi görmeye kalkarlar. Bense hayat boyu susmaya razıyım, o kibiri gözlerinde görmektense.
“Böyle adama
Yaklaşmaz hiçbir güzellik
Doğduğu günden beri kalbinde bir delik,
Almak için bütün sızıları içine.”
Oğuz Atay tanısa, seni anlatmak için söylerdi bunları. Bütün sızıları içine çeken adamsın çünkü. Bir de beni almanı istemem o delik kalbine.
Uzaktan sevmek daha güzeldir bazen. Ne incitir, ne acıtır. Ne yaralar ne kanatır. Gözlerinle görmediğin ama sesini duyduğun, varlığıyla huzur bulduğun bir denizin yakınında yürümek gibidir böyle sevmek….. Uzaktan sevmek en güzelidir bazen.
Yazan;Elif Şafak

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

365. GÜN

Size bu gün, Babamı anlatacağım. Biliyorum bir çok kişi sadece  görecek ve okumayacak bile. O yüzden, ne var ne yoksa yazacağım şu sanal âleme. Nasıl anlatmalı ne söylemeli, nerden başlamalı bilmiyorum. Bildiğim şu ki, o' hayatım da Hayran olduğum, Gıcık olduğum, Sevindiğim, Nefret ettiğim. Heyecanlandığım, Yorulduğum, Ümitlendiğim her şeydi. Evet, normalde gidenin arkasından övgüler yağdırılır değil mi ? (Ama ben normal değilim zaten.) Ne öveceğim canım, bildiğiniz huysuz adamın tekiydi. Aceleci, Heyecanlı, Hoyrat, Dediğim dedik, Sıkılgan son zamanlar da çokça Yılgındı. Bunların hepsi hatta daha fazlasıydı. Tıpkı bir çoğunun Babası gibi. Belki bir Süperman yada He-men değildi. ama Çok Merhametli, Çok Şefkatli, Sözünün eri, Hafif Korkak bi o kadar Cesur, Çok iyi bir Hatip, Çok Komik, ama en çok Babaydı. Nasıl bir insandı biliyormusunuz. ‘’Bir gün Eve geldiğimde onu meşhur bahçesinde o dillere destan ağaçlarını seyreder buldum. Ne yapıyorsun dediğimde, bana ...

Blog yazmak mı? Yazmamak mı?

Orjinal olacağım elbet ileride Yazmak, nerede nasıl girdi hayatıma bilmiyorum. Ama birileri bir yerde, yazdığım şeyleri okuyunca yazmalısın diyorlardı.Ben cesaretsizliğimden mi yoksa başka nedenlerler mi bilmiyorum yazmaya cesaret edemiyordum. Ama artık yazmalıyım dedim, kendi kedime.Madem içimdekileri; kafamdakileri tanıdıklarıma iyi anlatamadığımı düşünüyorum.Belki yazarsam beni tanımayanlar beni anlayacaktı.. Ama sadece yazmaya başlamaya niye etmekle olmuyordu işte. Ne yazmalıyıdım ! nasıl okunmalıyıdım! bilmiyordum. Dertlerimimi paylaşsam, siyasetmi konuşsam ,şiirmi yazsam, sinemamı anlatsam, bilmiyordum. ki şuan ekrana bakarken bile bilmediğime eminim. Bir çok blog okuyorum,tipik bir sosyal medya kullanıcısı olarak. Takip ettiğim bir elin parmağını geçmez. ama yıllardır okuduğum arkadaş seviyesine geçtiğim Nabrut Fıdıllıoğlu'na  http://www.nabrut.com  sormakta fayda gördüm. ne yazmalıyım? nasıl bir blog yaplamıyım ? dedim. Zeki Mürende bizi görecek mi ? b...